29 Ocak 2016 Cuma
Not
Asla sizler gibi olamayacağım,üzgünüm. Ben buyum ve halimden memnunum. Kimseye kendimi kanıtlamak,anlatmak zorunda değilim. Neysem oyum. Hayatım gayet güzel,sıradan olmayı sevmiyorum,sıradan olan insanları da sevmiyorum. Ben biraz deli,biraz çılgın ve aykırı biriyim. Bu giyim,saç tarzı filan olarak değil. Düşünce tarzı olarak sizlerden farklıyım,kendi dünyamda yaşıyorum. Sizler gibi olamıyorum,beynim buna izin vermiyor. Ve biliyorum sizler beni yargılamaya ve benden nefret etmeye devam edeceksiniz. Sonuna kadar yargılayın ve nefret edin lütfen. Çünkü sizlerin bu halini gördükçe ben mutlu oluyorum. Egoist bir insan değilim aptallıklarınızı gördükçe özgüvenim artıyor kendime. Yanlış bir şey yapmıyorum,kendi dünyamı yaşıyorum. Bana uzak Allah'a yakın olun,sizler bana ayak uyduramazsınız,belki beni anlasanız zaten şu an yanımda olurdunuz. Hiç bir zaman umursamayacağım siz ve sizin gibilerini,hayat benim,günahlarım benim siz işinize bakın kendi pisliğinizi temizleyip sonra bana çamur atın...
Hayat
Hayat mı bizi yıpratan ?
Acılar mı yüreğimizi yakan ?
Hayatı acı kılan mı yüreğimizi yakan ?
Yoksa yanan yüreğimiz mi hayatı acı yapan ?
Yüreği yakmak kolay..
Peki ya hayat ?
Haydi onu da yakın
Yanan yandı zaten yanacağı kadar...
Acılar mı yüreğimizi yakan ?
Hayatı acı kılan mı yüreğimizi yakan ?
Yoksa yanan yüreğimiz mi hayatı acı yapan ?
Yüreği yakmak kolay..
Peki ya hayat ?
Haydi onu da yakın
Yanan yandı zaten yanacağı kadar...
27 Ocak 2016 Çarşamba
26 Ocak 2016 Salı
25 Ocak 2016 Pazartesi
Yara bandı..
Duydunuz mu arkadaşlar artık bizlerde yara bandı olabiliyoruz. Yani dünyada 2 çeşit yara bandı var,birisi kağıt gibi yapışkan ve cansız olan,diğeri ise biz insanlar.
İnanamıyorum aslında bizlerin de yara bandı olduğuna,ama inanmak zorundayım çünkü; bende bir zamanlar yara bandı oldum. Evet size şimdi insandan yara bandı nasıl olur onu anlatacağım. Aslında sizler de farkındasınız bunun ama ben yine de anlatmak istiyorum.
Geçmişinde çok yaralar almış,yaraları kapanmamış,geçmişi unutamamış insanların hayatına giriyorsunuz. Onlara inanıp güveniyorsunuz,geçmişi unuttuklarını sanıyorsunuz iyi halt ediyorsunuz.Sonra o insanlar sizlerin vermiş olduğu ilgi, değer ve sevgi ile geçmişle beraber sizi de çöpe atıyor. Sizleri kullanıyorlar kısacası,size tutunuyorlar,sığınıyorlar,sizin verdiğiniz ilgi ve değer onları göklere çıkartıyor,sonra sizi en dibe itip göklerde yaşamaya devam ediyorlar. Geriye sadece acı kalıyor. Onların yarasını kapatıp,kendinize yeni bir yara açıyorsunuz. Pişman oluyorsunuz,her gün keşke diyorsunuz ama bu duruma bir çözüm bulamıyorsunuz çünkü,oldu ve bitti. Ne kadar iyi insanlarız biz,sonunu bile bile güveniyoruz,karşı taraf mutlu oluyor,biz yarım kalıyoruz. Bir başkasını tamamlayıp,kendimizi parçalara ayırıyoruz,bu çok acı...
Bir dünyadayız,üstelik hayat çok kısa.Kendimize gelmenin zamanı değil mi ? Hep beraber yarına yeni bir başlangıç yapalım. Ne birine yeni bir yara açalım,ne de birinin yarasına merhem olalım. İkisi de yok artık. Çok mu acıyor yaran,kapanmıyor mu ? Kendi yaranı kendin saracaksın,kimsenin sana merhem olmasına izin vermeyeceksin ve kimseyi yaralayıp kaçmayacaksın. Karaktersizliğin lüzumu yok. Sen kendi yaranı kendin saracak kadar güçlüsün ve kimseyi yaralayacak kadar kalpsiz değilsin. Olmamalısın da,unutma herkes yaşattığını bir gün yaşar. Bir zamanlar nokta kadar küçük olan yaran iki gün sonra tedavisi olmayacak kadar derin olabilir.
Demem o ki arkadaşlar kendinize gelin,kimseyi yaralamayın,yaranıza merhem olan birini uçurumdan itmeyin. Kendi yaranızı kendiniz sarın,ne siz,ne de bir başkası daha fazla yaralanmasın
iyi geceler...
20 Ocak 2016 Çarşamba
Bazen...
Bazen çekip gidersiniz,pişman olacağınızı bile bile yine de gidersiniz.
Bazen yalnız hissedersiniz,yanınızda kimse olmayınca.
Bazen uzaklara dalar gözleriniz,gelmeyecekleri düşünürken.
Bazen kalbiniz acır,eksik hissedersiniz.
Bazen mutluluktan çığlık atmak istersiniz,bazen ise içinizde biriken kelimeleri bir çığlığa sığdırmak istersiniz.
Bazen bir müzik size bir insanı anlatır.
Bazen kendinizi çok güçlü hissedersiniz,hiç kimseye ihtiyacınız olmayacak kadar çok hem de.
Bazen tüm her şey üzerinize gelir,bunalırsınız,sıkılırsınız hayattan.
Bazen buralardan çekip gitmek istersiniz,sizden gidenlerin acısını unutmak için.
19 Ocak 2016 Salı
Kısa Bir Not
Benim için "dün" bitmiştir. Bir bugünüm var,bir de yarınım. Dünü düşünürsem hayatımı karartırım ve bu hayat karartılacak kadar basit değil. Yarınım unutturdu dünümü,bitti dün artık. Sormayın dünümü bana,umut ve mutluluk dolu olan yarınımı sorun,çünkü hayatım yarından ibaret...
Müzik Aşkı
Müzik en eski sanat dallarından biridir. Tarih öncesi devirlerde kuşların ötüşünden, suların şırıltısından, yağmurun sesinden, rüzgârın ve kıyıya vuran dalgaların uğultusundan esinlenen ilk insanlar, içi boş bir kütüğe deri geçirip vurarak, hayvan bağırsaklarından yapılan ipleri çekerek, boynuz, kemik ya da odundan boruları üfleyerek doğadaki sesleri taklit etmeye başladılar. Başlangıçta işaret vermek amacıyla kullandıkları bu sesleri sonraları hoşlarına gidecek biçimde düzenleyerek kendi ilkel müziklerini yarattılar. Eski zamanlardan beri müziğin, dinsel törenlerde önemli bir yeri oldu. Günümüze ulaşabilen en eski müzik yazmaları Hindistan'da 3.000 yıl öncesinden kalma Veda ilahileri dir.
Gördüğünüz üzere müziğin doğuşu bu şekilde olmuş.Müzik dinlemeyi sevmeyen var mı ? Bence yoktur. Müzik dünyadaki en değerli sanat bence. Ben müziksiz yaşayamam diyen insan çok az olur sanırım,ama ben asla yaşayamam. Benim hayatımın her anında müzik vardır mutlaka. Müzik listemde hemen hemen her müzik türü var. Ve ne zaman bir müzik dinlesem kendimi kaybediyorum,müziğe bırakıyorum kendimi,o an aklım duruyor sadece bedenim hareket ediyor,müziğe ayak uyduruyorum o ne derse onu yapıyorum. Müzik olmasa dünya hiç güzel bir yer olmazdı.
Ve bence biraz müzik zevki önemli. Her müziği dinlemekten yana değilim. Beni etkilemeyen,içimde bir his uyandırmayan müziği asla dinleyemem. Müzik beni baştan çıkartmalı açıkçası. Öyle bir müzik olmalı ki kendimi kaybetmeliyim,dünyayla o an bağlantımı kesmeliyim. Bir gün siz de deneyin,bir müzik açın o an aklınızdaki her şeyi unutun,gözlerinizi kapatın,müziği hissedin ve sonra kendinizi müziğe bırakın o sizi yönlendirecek. İçinizden geleni yapın her zaman,insanları umursamayın mutlu olduysanız konu kapanmıştır.Müziğe aşık olun,şahsen benim için müzik ve dans en büyük aşk,bana zararı olmayan,beni hep mutlu eden,beni güçlü kılan,yalnız hissetmemi sağlamayan ve her an yanımda olan bu ikiliden oldukça memnunum. Hepinize müzikli ve danslı günler diliyorum..
Gördüğünüz üzere müziğin doğuşu bu şekilde olmuş.Müzik dinlemeyi sevmeyen var mı ? Bence yoktur. Müzik dünyadaki en değerli sanat bence. Ben müziksiz yaşayamam diyen insan çok az olur sanırım,ama ben asla yaşayamam. Benim hayatımın her anında müzik vardır mutlaka. Müzik listemde hemen hemen her müzik türü var. Ve ne zaman bir müzik dinlesem kendimi kaybediyorum,müziğe bırakıyorum kendimi,o an aklım duruyor sadece bedenim hareket ediyor,müziğe ayak uyduruyorum o ne derse onu yapıyorum. Müzik olmasa dünya hiç güzel bir yer olmazdı.
Ve bence biraz müzik zevki önemli. Her müziği dinlemekten yana değilim. Beni etkilemeyen,içimde bir his uyandırmayan müziği asla dinleyemem. Müzik beni baştan çıkartmalı açıkçası. Öyle bir müzik olmalı ki kendimi kaybetmeliyim,dünyayla o an bağlantımı kesmeliyim. Bir gün siz de deneyin,bir müzik açın o an aklınızdaki her şeyi unutun,gözlerinizi kapatın,müziği hissedin ve sonra kendinizi müziğe bırakın o sizi yönlendirecek. İçinizden geleni yapın her zaman,insanları umursamayın mutlu olduysanız konu kapanmıştır.Müziğe aşık olun,şahsen benim için müzik ve dans en büyük aşk,bana zararı olmayan,beni hep mutlu eden,beni güçlü kılan,yalnız hissetmemi sağlamayan ve her an yanımda olan bu ikiliden oldukça memnunum. Hepinize müzikli ve danslı günler diliyorum..
12 Ocak 2016 Salı
CHARLİE CHAPLİN
Nobel ve Pulitzer ödüllü çok ünlü bir oyun yazarı babası Eugene O’Neill, “kendisinden 37 yaş büyük ünlü adamla evlenmemesi için” kızını evlatlıktan reddedeceğini söylemişti...
17 yaşında çok güzel ve çekici bir kızdı Oona O’Neill...
New York sosyetesinin önemli figürlerinden biri olan annesi Agnes Boultan’a “Ondan başka kimseyi sevmeyeceğini” söyledi...
Başkasının gözünü görmediği adam, o güne kadar iki kez 16 yaşında genç kızla evlenmiş boşanmış, yine genç bir kadınla yaptığı üçüncü evliliğinde de mutluluğu bulamamış, bu arada hakkında yine bir genç kadın tarafından babalık davası açılmış bir adamdı...
Mahkemelerde hakkında açılmış babalık davalarıyla sürünüyordu...
Adam 54 yaşındaydı ve üstelik rejime muhalifti...
Ona “komünist” diyorlardı, o ise sadece “hümanist” olduğunu savunuyordu...
Rejimin, Hollywood’un ve ahlaki yargıların “diskalifiye” etmek üzere olduğu çok ünlü bir adamdı o...
Londra’nın kenar mahallelerinden çıkıp gelen, o mazlum küçük serserinin dokunaklı ve komik öyküsü bütün dünyanın hafızalarındaydı...
Charlie Chaplin ya da dünyanın tanıdığı adıyla Şarlo, 1889’da Londra’da doğmuştu...
Charlie 3 yaşındayken babası öldü...
Annesi bu durumu kaldıramadı ve sinir krizi geçirip hastaneye yatırıldı...
Yalnız kalan Charlie, erkek kardeşi Syd’le parklarda yattı, çöp kutularındaki kırıntılarla karnını doyurdu ve sonunda kardeşiyle bir yetimhaneye gönderildiler...
Ağlamamak için gülmeyi öğrendi Charlie Chaplin yetimhanede...
Birçok ünlü komedyen gibi...
Pandomim ve komikliklerle dolu kendi hayal dünyasına çekildi...
Ağlamasını gülerek örtmeyi ve güldürmeyi öğrendiğinde Londralı sanatsever de ona gülmeye başlamıştı tiyatrolarda..
Aslında genç kız da çok ünlü ve başarılı bir babanın kızı olmasına karşın, Chaplin gibi aile trajedilerine hiç yabancı biri değildi...
Parlak bir bilgin olan erkek kardeşi Eugene, banyo yaparken intihar etmiş, diğer erkek kardeşi Shane de intihara teşebbüs etmiş bir eroin bağımlısıydı...
Oysa genç kız bunlardan hiçbiri değildi ve böyle bir kaderi olsun istemiyordu...
17 yaşında Hollywood’u gördüğünde “Ya bir yıldız olacağım ya da bir yıldızla evleneceğim” demişti...
Kim bilir belki de ailesindeki bu hastalıklı durum Oona’nın Şarlo’yu (Charlie Chaplin) gördüğünde, onun babalık davası, sorunlu evliliği, geçmiş mutsuzlukları ve kirli denilen özel yaşamını kendisine yakın bulmuştu...
Genç kız bütün Amerika’nın ve Hollywood’un aksine Şarlo’ya inandı...
Charlie’nin genç kadınlara ilgisi vardı...
Evlendiği ilk eşi Mildred Harris sadece 16 yaşındaydı...
İkinci eşi Lita Grey de aynı yaştaydı...
Aslında söylentilere göre, Lita’yla sadece küçük yaşta bir kızı baştan çıkarma konusundaki ahlaki kuralları yıkmak için evlenmişti...
Üçüncü eşi çekici Paulette Godard onlar kadar çocuk değildi, ama o evlilik boşanmayla sonuçlanmıştı...
Şimdi de genç ve güzel oyuncu Joan Berry, Charlie’nin doğmamış çocuğunun babası olduğunu iddia ediyordu...
Kan testi durumun böyle olmadığını söylüyordu...
Genç oyuncu Charlie Chaplin’den hamile kalmamıştı...
Ama o yıllar Amerika’da Soğuk Savaş’ın devam ettiği yıllardı...
Ve Charlie Chaplin kendisine hümanist dese de “komünist” olarak bilinen ve rejim tarafından istenmeyen adam ilan edilen bir sanatçıydı...
Oona o masum, komik, gariban görünümlü romantik serseriye inanıyordu...
1943’de daha 17 yaşındayken evlenerek bütün dünyaya, sevdiği adama inandığını deklare etti...
Mahkeme kan testinin sonuçlarına rağmen Charlie Chaplin’in “baba” olduğuna karar verdi ve çocuk için 21 yıl boyunca para ödemesine karar verdi...
Hayat her zaman acımasızların, rezillerin, kan emicilerin, ahlak bekçilerinin, insanlık suçları müsebbiplerinin, soğuk savaş jandarmalarının ve empati kuramayan insanlık yoksunlarının arzuladığı gibi gitmez...
Bazen iyi olanlar ya da iyi olmaya çalışan kadın ve erkek birbirlerini bulurlar...
Her şey onlara karşı gözükse de, onlar bir yolunu bulur, birbirlerine destek olarak, onları öldürmeye çalışan hayatı cennete çevirebilirler...
Üç kuşaktan alkol ve uyuşturucu bağımlısı bir aileden gelen 17 yaşındaki çekici güzel kız Oona, kendisi gibi alkolik bir babanın oğlu olan 3 yaşından beri annesiz babasız, yetimhanelerde büyüyüp, dünyanın en ünlü aktörü haline gelen, o masum ve berduş görünümlü, romantik ve komik serseri Şarlo’ya istediklerini verdi ve onu mükemmel bir adam haline dönüştürdü...
Amerika’da Mc Carthy rejimi muhalif olan, insanlıktan ve barıştan yana davranan Şarlo’yu Amerika’da istemiyordu...
O da zaten bir taraftan ahlak bekçileri, diğer yandan onları tetikleyen rejim muhafızları ve Soğuk Savaş cellatlarından kaçıp kurtulmak istiyordu...
Oona’yla İsviçre’ye sürgüne gittiler...
İsviçre’de çok mutlu bir hayat sürdüler...
Çocuk üstüne çocuk yaptılar...
Geraldine, Michael, Josephine, Victoria, Eugene, Jane, Anette ve Christopher...
Tam 8 çocuk, hepsi de inanılmaz bir biçimde annelerine benziyorlardı...
Şarlo’nun Hollywood’a girmesi yasaktı ama bütün dünyada oynayan filmlerinden yılda yaklaşık 11 milyon dolar para kazanıyordu...
İsviçre’de Genova yakınlarında, lüks bir villada yaşadılar...
Hayatın, ailelelerinin onlara alkol ve uyuşturucuyla yüklediği genetik mirasa inat, 37 yıllık yaş farkına aldırış etmeden çok mutlu bir yaşamları oldu...
Soğuk Savaş cellatları, insanlıktan nasibini alamamış yalancı ve iftiracı güç odaklarına karşı, tam 34 yıl İsviçre’de keyif ve yaratcılık dolu bir hayatları oldu...
“Çocuklarımız için yaşıyoruz... Ancak onları şımartmamaya çalışıyoruz...” diyordu 17 yaşında evlenen Oona...
Hristiyan dünyasında aileyi bir araya getiren en önemli gün Noel günüdür...
1977’nin tam Noel gününde “mikroplara ve cellatlara bir mesaj vermek istercesine Tanrı Şarlo’yu yanına aldı...”
“Göstermek istediğim adamın romantizme karşı inanılmaz bir açlığı var... Sonsuza kadar aşkı aramak istiyor, ama ayakları ona izin vermiyor...”
Romantizme açlığı olan adam, kendisiydi aslında Şarlo’nun...
İzin vermiyor dediği ayakları Şarlo’nun kendi yarattığı “güvercin benzeri komik yürüyüşüydü...”
O yarattığı mazlum ve masum karakter aslında kendisiydi...
Hayat ona, çektiği onca acıdan sonra, tahmin edemeyeceği bir hediye vermişti...
“Utangaç bir saygı ve yumuşak bir bağlılık” arzulayan bu komik ve berduş adam öldüğünde 88 yaşındaydı...
Karısı Oona 51 yaşında 8 çocuk annesi olarak hayata devam etti...
17 yaşında çok güzel ve çekici bir kızdı Oona O’Neill...
New York sosyetesinin önemli figürlerinden biri olan annesi Agnes Boultan’a “Ondan başka kimseyi sevmeyeceğini” söyledi...
Başkasının gözünü görmediği adam, o güne kadar iki kez 16 yaşında genç kızla evlenmiş boşanmış, yine genç bir kadınla yaptığı üçüncü evliliğinde de mutluluğu bulamamış, bu arada hakkında yine bir genç kadın tarafından babalık davası açılmış bir adamdı...
Mahkemelerde hakkında açılmış babalık davalarıyla sürünüyordu...
Adam 54 yaşındaydı ve üstelik rejime muhalifti...
Ona “komünist” diyorlardı, o ise sadece “hümanist” olduğunu savunuyordu...
Rejimin, Hollywood’un ve ahlaki yargıların “diskalifiye” etmek üzere olduğu çok ünlü bir adamdı o...
Londra’nın kenar mahallelerinden çıkıp gelen, o mazlum küçük serserinin dokunaklı ve komik öyküsü bütün dünyanın hafızalarındaydı...
Charlie Chaplin ya da dünyanın tanıdığı adıyla Şarlo, 1889’da Londra’da doğmuştu...
Charlie 3 yaşındayken babası öldü...
Annesi bu durumu kaldıramadı ve sinir krizi geçirip hastaneye yatırıldı...
Yalnız kalan Charlie, erkek kardeşi Syd’le parklarda yattı, çöp kutularındaki kırıntılarla karnını doyurdu ve sonunda kardeşiyle bir yetimhaneye gönderildiler...
Ağlamamak için gülmeyi öğrendi Charlie Chaplin yetimhanede...
Birçok ünlü komedyen gibi...
Pandomim ve komikliklerle dolu kendi hayal dünyasına çekildi...
Ağlamasını gülerek örtmeyi ve güldürmeyi öğrendiğinde Londralı sanatsever de ona gülmeye başlamıştı tiyatrolarda..
Aslında genç kız da çok ünlü ve başarılı bir babanın kızı olmasına karşın, Chaplin gibi aile trajedilerine hiç yabancı biri değildi...
Parlak bir bilgin olan erkek kardeşi Eugene, banyo yaparken intihar etmiş, diğer erkek kardeşi Shane de intihara teşebbüs etmiş bir eroin bağımlısıydı...
Oysa genç kız bunlardan hiçbiri değildi ve böyle bir kaderi olsun istemiyordu...
17 yaşında Hollywood’u gördüğünde “Ya bir yıldız olacağım ya da bir yıldızla evleneceğim” demişti...
Kim bilir belki de ailesindeki bu hastalıklı durum Oona’nın Şarlo’yu (Charlie Chaplin) gördüğünde, onun babalık davası, sorunlu evliliği, geçmiş mutsuzlukları ve kirli denilen özel yaşamını kendisine yakın bulmuştu...
Genç kız bütün Amerika’nın ve Hollywood’un aksine Şarlo’ya inandı...
Charlie’nin genç kadınlara ilgisi vardı...
Evlendiği ilk eşi Mildred Harris sadece 16 yaşındaydı...
İkinci eşi Lita Grey de aynı yaştaydı...
Aslında söylentilere göre, Lita’yla sadece küçük yaşta bir kızı baştan çıkarma konusundaki ahlaki kuralları yıkmak için evlenmişti...
Üçüncü eşi çekici Paulette Godard onlar kadar çocuk değildi, ama o evlilik boşanmayla sonuçlanmıştı...
Şimdi de genç ve güzel oyuncu Joan Berry, Charlie’nin doğmamış çocuğunun babası olduğunu iddia ediyordu...
Kan testi durumun böyle olmadığını söylüyordu...
Genç oyuncu Charlie Chaplin’den hamile kalmamıştı...
Ama o yıllar Amerika’da Soğuk Savaş’ın devam ettiği yıllardı...
Ve Charlie Chaplin kendisine hümanist dese de “komünist” olarak bilinen ve rejim tarafından istenmeyen adam ilan edilen bir sanatçıydı...
Oona o masum, komik, gariban görünümlü romantik serseriye inanıyordu...
1943’de daha 17 yaşındayken evlenerek bütün dünyaya, sevdiği adama inandığını deklare etti...
Mahkeme kan testinin sonuçlarına rağmen Charlie Chaplin’in “baba” olduğuna karar verdi ve çocuk için 21 yıl boyunca para ödemesine karar verdi...
Hayat her zaman acımasızların, rezillerin, kan emicilerin, ahlak bekçilerinin, insanlık suçları müsebbiplerinin, soğuk savaş jandarmalarının ve empati kuramayan insanlık yoksunlarının arzuladığı gibi gitmez...
Bazen iyi olanlar ya da iyi olmaya çalışan kadın ve erkek birbirlerini bulurlar...
Her şey onlara karşı gözükse de, onlar bir yolunu bulur, birbirlerine destek olarak, onları öldürmeye çalışan hayatı cennete çevirebilirler...
Üç kuşaktan alkol ve uyuşturucu bağımlısı bir aileden gelen 17 yaşındaki çekici güzel kız Oona, kendisi gibi alkolik bir babanın oğlu olan 3 yaşından beri annesiz babasız, yetimhanelerde büyüyüp, dünyanın en ünlü aktörü haline gelen, o masum ve berduş görünümlü, romantik ve komik serseri Şarlo’ya istediklerini verdi ve onu mükemmel bir adam haline dönüştürdü...
Amerika’da Mc Carthy rejimi muhalif olan, insanlıktan ve barıştan yana davranan Şarlo’yu Amerika’da istemiyordu...
O da zaten bir taraftan ahlak bekçileri, diğer yandan onları tetikleyen rejim muhafızları ve Soğuk Savaş cellatlarından kaçıp kurtulmak istiyordu...
Oona’yla İsviçre’ye sürgüne gittiler...
İsviçre’de çok mutlu bir hayat sürdüler...
Çocuk üstüne çocuk yaptılar...
Geraldine, Michael, Josephine, Victoria, Eugene, Jane, Anette ve Christopher...
Tam 8 çocuk, hepsi de inanılmaz bir biçimde annelerine benziyorlardı...
Şarlo’nun Hollywood’a girmesi yasaktı ama bütün dünyada oynayan filmlerinden yılda yaklaşık 11 milyon dolar para kazanıyordu...
İsviçre’de Genova yakınlarında, lüks bir villada yaşadılar...
Hayatın, ailelelerinin onlara alkol ve uyuşturucuyla yüklediği genetik mirasa inat, 37 yıllık yaş farkına aldırış etmeden çok mutlu bir yaşamları oldu...
Soğuk Savaş cellatları, insanlıktan nasibini alamamış yalancı ve iftiracı güç odaklarına karşı, tam 34 yıl İsviçre’de keyif ve yaratcılık dolu bir hayatları oldu...
“Çocuklarımız için yaşıyoruz... Ancak onları şımartmamaya çalışıyoruz...” diyordu 17 yaşında evlenen Oona...
Hristiyan dünyasında aileyi bir araya getiren en önemli gün Noel günüdür...
1977’nin tam Noel gününde “mikroplara ve cellatlara bir mesaj vermek istercesine Tanrı Şarlo’yu yanına aldı...”
“Göstermek istediğim adamın romantizme karşı inanılmaz bir açlığı var... Sonsuza kadar aşkı aramak istiyor, ama ayakları ona izin vermiyor...”
Romantizme açlığı olan adam, kendisiydi aslında Şarlo’nun...
İzin vermiyor dediği ayakları Şarlo’nun kendi yarattığı “güvercin benzeri komik yürüyüşüydü...”
O yarattığı mazlum ve masum karakter aslında kendisiydi...
Hayat ona, çektiği onca acıdan sonra, tahmin edemeyeceği bir hediye vermişti...
“Utangaç bir saygı ve yumuşak bir bağlılık” arzulayan bu komik ve berduş adam öldüğünde 88 yaşındaydı...
Karısı Oona 51 yaşında 8 çocuk annesi olarak hayata devam etti...
9 Ocak 2016 Cumartesi
Hayat
Hayat gerçekten acı mı yoksa değil mi ?
Hayat kimilerine acı,kimilerine tatlıdır. Hayatın acı veya tatlı olması insanın elindedir,tıpkı bir yemeğin acısını,bir pastanın şekerini ayarlamak gibi. Demem o ki hayatı nasıl yaşamak istiyorsak o şekilde yaşıyoruz,sonra hayat çok acı,hayat çok kötü falan filan diyoruz. Hayır hayat acı değil,o hayatı sen acı sanıyorsun,kendini acındıracak hale sen getiriyorsun. Oysa hayat güzel sen sadece yaşamasını bilmiyorsun. En ufacık derdini sanki çok büyük bir dertmiş gibi görüyorsun,hemen pes ediyorsun,yeniliyorsun,düşüyorsun. Acı çekmeyi sanırım çok seviyoruz mazoşist miyiz ne ?
Hayatta sadece sizin derdiniz olmadığını bilin,daha kötü durumda olan insanları düşünün ve kendinize gelin.Terk edildim deyip yas tutmayın,bazen güzel şeylerin bitmesi gerekir sonunda daha çok üzülmemek için. Canın elbet yanacak ama canın yanarken canım dediğini yakacaksın,vazgeçeceksin bunu öğreneceksin.Bir başkasının yokluğu seni yıkmamalı,güçlü olmalısın. Yalnızım deyip şikayet etmeyin. Özgürsünüz ya bundan güzeli mi var ? İstediğin yere git,istediğini giy,istediğin gibi gez,istediğin her şeyi yap karışan yok harika. Ama kendine sınır koymayı,hata yapmamayı da unutma. Hayatı yaşamasını bildikten sonra hayat sana tatlı gelir, her gün daha çok bağlanırsın hayata.
Hayatınızı lütfen dram haline getirmeyin. Müzik listenizden slow şarkıları silin,canınızı yakan her şeyden kurtulun,sizi mutlu eden insanlarla olun,size değer veren insanlara değer verin,sosyal faaliyetlere katılın,kitap okuyun vb...
Dediklerimi uygularsanız mutluluğu yakalayacaksınız. Hayat acı değil arkadaşlar. Hayatın tadını bizler ayarlıyoruz her şey bizim elimizde siz ister acılı yapın,ister tatlı. Ama hayatı "Acı" diye tanımlamayın. Hayat güzel,değerini bilin ve her anınızı doya doya yaşayın,hiç bir şey için pişman olmayın pişman olmak yerine hatanızdan ders çıkarın. Kendinizden başkasını el üstünde tutmayın,kimseyi hak ettiğinden fazla sevmeyin.Anı yaşayın sadece fazla hayal kurmayın hayat bu yaşayıp geçin çok fazla düşünmeyin...
Dediklerimi uygularsanız mutluluğu yakalayacaksınız. Hayat acı değil arkadaşlar. Hayatın tadını bizler ayarlıyoruz her şey bizim elimizde siz ister acılı yapın,ister tatlı. Ama hayatı "Acı" diye tanımlamayın. Hayat güzel,değerini bilin ve her anınızı doya doya yaşayın,hiç bir şey için pişman olmayın pişman olmak yerine hatanızdan ders çıkarın. Kendinizden başkasını el üstünde tutmayın,kimseyi hak ettiğinden fazla sevmeyin.Anı yaşayın sadece fazla hayal kurmayın hayat bu yaşayıp geçin çok fazla düşünmeyin...
6 Ocak 2016 Çarşamba
En sevdiğim şiir...
Sevgilim, Bir Günün..
Sevgilim, bir günün ortası şimdi
Taşıtlar hızla gelip geçiyor, her yer kalabalık,
Ben seni düşünüyorum bir bodrum kahvesinde
Uzat bana uzat ellerini
İzinli askerler görüyorum, kırıtarak yürüyen işçi kızlar
İstanbul her günkü yaşantısı içinde, uğultulu,
Güvercinler güneşten bir sessizliği biriktiriyor
Ben seni düşünüyorum seni
Hani tıpkı o ilk günlerdeki gibi
Kalbim diyorum kalbim
Daha dün tezgâhtan çıkmış bir su sayacı gibi
Aşkı anılar besliyor düşler kadar
Bu yüzden diyorum ki aşk eskidikçe aşktır
Sevgi eskidikçe sevgi.
Günümüz ekmeğimiz, türkümüz
Çoluğumuz çocuğumuz
Binalar yan yana yükselip gidiyor
Vapurların ağzı köpük içinde
Uzaklarda ne kapılar açılıyor
Tirenin biri bir istasyona varıyor
Ordan çıkıyor biri.
Her şey biliyor her şey
Sen biliyor musun bakalım
Seni nice sevdiğimi?
Üstüne titrrediğimi?
Geldiğimi?
Gittiğimi
Hadi!
CEMAL SÜREYA
Sevgilim, bir günün ortası şimdi
Taşıtlar hızla gelip geçiyor, her yer kalabalık,
Ben seni düşünüyorum bir bodrum kahvesinde
Uzat bana uzat ellerini
İzinli askerler görüyorum, kırıtarak yürüyen işçi kızlar
İstanbul her günkü yaşantısı içinde, uğultulu,
Güvercinler güneşten bir sessizliği biriktiriyor
Ben seni düşünüyorum seni
Hani tıpkı o ilk günlerdeki gibi
Kalbim diyorum kalbim
Daha dün tezgâhtan çıkmış bir su sayacı gibi
Aşkı anılar besliyor düşler kadar
Bu yüzden diyorum ki aşk eskidikçe aşktır
Sevgi eskidikçe sevgi.
Günümüz ekmeğimiz, türkümüz
Çoluğumuz çocuğumuz
Binalar yan yana yükselip gidiyor
Vapurların ağzı köpük içinde
Uzaklarda ne kapılar açılıyor
Tirenin biri bir istasyona varıyor
Ordan çıkıyor biri.
Her şey biliyor her şey
Sen biliyor musun bakalım
Seni nice sevdiğimi?
Üstüne titrrediğimi?
Geldiğimi?
Gittiğimi
Hadi!
CEMAL SÜREYA
5 Ocak 2016 Salı
Düşüncelerime Saygı Duymanız Dileğiyle...
Artık çok sıkıldım aynılıktan. Biraz değişmenin zamanı değil mi ? Hayır tabiki de benim için değil sizin için bu sözüm. Git gide basitleşiyorsunuz ne oldu size böyle kendinizi mi kaybettiniz ? Etrafıma bakıyorum da herkes aynı düşüncelerde,herkes aynı giyimde,herkes aynı saçta falan filan marjinal olalım derken rezil oluyor insanlarımız. Aykırı olduğunuzu filan düşünmeyin sakın tam tersi su aygırı gibi oluyorsunuz. Neden herkesin düşündüğünü düşünüyorsunuz,neden herkesin giydiğini giyiyorsunuz,neden aynı saç modelini,aynı saç rengini yapıyorsunuz. Özenmekle nereye varabilirsiniz ? Biraz kendiniz olun saçı,kıyafeti de geçtim düşüncelerinizi bari satmayın kendinize ait olsun. En çok güldüğüm de zamanımızın ergenlerinin popüler olmak için,farklı olmak için lezbiyen,gay olma çabaları. Size çok gülüyorum ya doğuştan hormonal olarak olsa anlarım saygıda duyarım ki öylelerine saygım sonsuz ama siz sırf farklı olmak için cinsiyetinizi satıyorsunuz durum vahim arkadaşlar. Kızların basitliğinden de bahsetmek istiyorum. Kız 12 yaşında bir başlıyor flört etmeye durdurabilene aşk olsun her hafta yeni bir flört buluyor kendine. Sen çocuksun git oyun oyna sevgili senin neyine ? Her hafta yeni biriyle çıkıp onunla cinsel temaslar yaşamak yormuyor mu seni yavrum ? Utanır insan ya her defasında bir başkasının elini nasıl tutuyorsun,nasıl öpüyorsun senin kalbin nerde ? Bu tarz kızlar erkeklere nazar boncuğu dağıtarak erkekleride değiştiriyor ama erkekler de suçsuz değil. Bu tip kızların bir an önce düzelmesini diliyorum,ailelerine yazık ben bile utanıyorum hem cinsim oldukları için. Gelelim erkeklere. Sevmediğiniz kızın elini tutacak kadar,sevmediğiniz kızı öpecek,sarılacak kadar düştünüz mü ? Erkekliğiniz buysa kız halimle sizden daha erkeğim sanırım. İstediğiniz zaman hayatımıza girin,sevginize inandırın sonra defolup gidin tebrikler yılın en iyi oyuncusu seçildiniz. Bizleri cinsel obje olarak görmekten,kıyafetlerimizden tahrik olmaktan,açık giyinince yargılamaktan,hayvan gibi bakmaktan vazgeçin. Sizin bizden tek farkınız o önünüzdeki cinsel organınız. Kendinizi bizden üstün görmekten vazgeçin başımıza Evliya kesildiniz bu aralar ama elbet çözümü bulunur. Sizi doğuran insanın kadın olduğunu bizlerinde ileride anne olacağını unutmayın. Annenize nasıl davranılmasını istiyorsanız bize de öyle davranmak zorundasınız. Adam olmayı öğrenin önce siz erkekliği boşverin önce adam olun. Sonra da sevilmeyi ve saygı duyulmayı hak edin. Ben bir feministim belki düşüncelerim ağır gelmiş olabilir ama benim de yaşadıklarım etkiledi ki feminist oldum. Kadınların ezilmesine zerre tahammülüm yok eşitlikten yanayım. Ve bende birini canımdan çok sevdim o da bu canı yaktı. İşte ilk defa seven,aşık olan,güvenen,inanan kızın değişimi böyle oluyor. Hem kızlara,hem de erkeklere tavsiyem sevmiyorsanız kimsenin hayatına girmeyin,aşkı basitleştirmeyin,duyguları bari satmayın.
Ülkemizde ki bu tarz insanların bir an önce kendilerine gelmesi dileği ile iyi akşamlar...
Ülkemizde ki bu tarz insanların bir an önce kendilerine gelmesi dileği ile iyi akşamlar...
4 Ocak 2016 Pazartesi
Bitti...
Artık bitti sevgilim. Uzgunum hemde çok üzgünüm ama bitti. Vazgeçtim senden,vazgectim seni beklemekten. Doğru olanı yapmak zorundaydım ve yaptım. Beni sevmeyen birini beklemek aptallık olurdu biraz. Bu yıla yeni kararlarla girdim,2015 i unutarak girdim. Geçmişi kovdum hayatımdan.
Bir bugunum var bir de yarınım. Dünüm yok benim artık. Olgunca dusunmem,mantıklı hareket etmem gerekirdi bende buna geçmişi unutmakla başladım.
Beni üzen her şeyden uzaklaştıkca,mutluluğa yaklaşır oldum. İçim acimiyor değil ama kendimden eminim,doğru bir karar verdim ve mutluluk bana çok yakın hissediyorum. Seni canım gibi sevmiyorum artık,çünkü bu canı yaktin sen. Bizi bitiren,sevgimi yok eden sendin sevgilim bunu unutma. Pişman olacağımı dusunmuyorum çünkü ben; ne yalandan sevdim,ne guvenini sarstim ne de senden sıkıldım. Ben seni kimsenin sevemeyecegi kadar sevdim. Ailenden sonra seni ancak ben bu kadar sevebilirdim. Keşke hak etseydin bu sevgimi,keşke beni seni sevdiğim kadar sevseydin. Daha fazla sözü uzatmayacagim. Elveda sevgilim ben yokum bundan sonra kendine iyi bak. Umarım sevmeyi ogrenirsin, hoşçakal...
Bir bugunum var bir de yarınım. Dünüm yok benim artık. Olgunca dusunmem,mantıklı hareket etmem gerekirdi bende buna geçmişi unutmakla başladım.
Beni üzen her şeyden uzaklaştıkca,mutluluğa yaklaşır oldum. İçim acimiyor değil ama kendimden eminim,doğru bir karar verdim ve mutluluk bana çok yakın hissediyorum. Seni canım gibi sevmiyorum artık,çünkü bu canı yaktin sen. Bizi bitiren,sevgimi yok eden sendin sevgilim bunu unutma. Pişman olacağımı dusunmuyorum çünkü ben; ne yalandan sevdim,ne guvenini sarstim ne de senden sıkıldım. Ben seni kimsenin sevemeyecegi kadar sevdim. Ailenden sonra seni ancak ben bu kadar sevebilirdim. Keşke hak etseydin bu sevgimi,keşke beni seni sevdiğim kadar sevseydin. Daha fazla sözü uzatmayacagim. Elveda sevgilim ben yokum bundan sonra kendine iyi bak. Umarım sevmeyi ogrenirsin, hoşçakal...
1 Ocak 2016 Cuma
Ben Bir Feministim Çünkü...
Çünkü,benimde gece 00.00 dan sonra erkekler gibi dışarıda gezme hakkım var. !
Çünkü, bizler cinsel obje değiliz.!
Çünkü,her etekli,açık giyinen kadınlar orospu değildir.!
Çünkü, yol sadece bir kavramdır,kadına etiket yapmayın.!
Biz kadınlara sevmeden dokunmayın.!
Kadınların yüreğiyle ilgilenin,göğüs ölçüleriyle değil.!
Çünkü,sokakta yürürken arkamızı kollamak,korkmak zorunda değiliz.!
Çünkü,giydiğimiz kıyefetler tecavüze davet değildir.!
Çünkü,çocuk gelinler oyun oynayabilmeli.!
Çünkü,daha eşit bir Aşk için Feminizm gerekli.!
Sizi de bir kadın doğurdu bunu unutmayın.!
Ve Lena Dunham demişki; "Feminist etiketini reddeden kadınlar, aslında gerçekten bu kavramın ne olduğunu bilmiyorlar. Reddedilecek bir konsept değil bu, eğer feministseniz, eşit haklara inanırsınız." !!!
Bizlerin tek isteği; Erkeklerle aynı koruma, destek ve adalet haklarına sahip olmak. Hepsi bu.!
Sadece kadınlar değil,eşitliğe inanan erkeklerde feminist olabilir bizler erkek düşmanı değiliz eşitlik istiyoruz !
Çünkü, bizler cinsel obje değiliz.!
Çünkü,her etekli,açık giyinen kadınlar orospu değildir.!
Çünkü, yol sadece bir kavramdır,kadına etiket yapmayın.!
Biz kadınlara sevmeden dokunmayın.!
Kadınların yüreğiyle ilgilenin,göğüs ölçüleriyle değil.!
Çünkü,sokakta yürürken arkamızı kollamak,korkmak zorunda değiliz.!
Çünkü,giydiğimiz kıyefetler tecavüze davet değildir.!
Çünkü,çocuk gelinler oyun oynayabilmeli.!
Çünkü,daha eşit bir Aşk için Feminizm gerekli.!
Sizi de bir kadın doğurdu bunu unutmayın.!
Ve Lena Dunham demişki; "Feminist etiketini reddeden kadınlar, aslında gerçekten bu kavramın ne olduğunu bilmiyorlar. Reddedilecek bir konsept değil bu, eğer feministseniz, eşit haklara inanırsınız." !!!
Bizlerin tek isteği; Erkeklerle aynı koruma, destek ve adalet haklarına sahip olmak. Hepsi bu.!
Sadece kadınlar değil,eşitliğe inanan erkeklerde feminist olabilir bizler erkek düşmanı değiliz eşitlik istiyoruz !
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Her insani mutlu eden bir sey vardir hayatta. Hepimiz farkli seylerden mutlu oluruz. Ornegin kimileri gitar calmaktan,kimileri bir cift sozd...
-
"Dünyaca ünlü yıldızların kliplerinde ve sahne şovlarında kullanmasıyla meşhur olan twerking, şu sıralar herkesin dilinde. Dans, yıldı...
-
Dünüyle yaşayan bugunu ve yarini kacirir. Yarinlar umutlu,dunler unutuldu. Bugun var,yarin var ama dün yok. Çünkü güneşin her sabah yeni...